Kader, kısaca, her varlığın ve her olayın bütün incelikleriyle Allah'ın ezeli ilminde malum olması ve ona göre takdir edilmesi, yaratılmasıdır. Her hadise “mukadderdir”, yani yeri ve zamanı ezelden belirlenmiştir.
Yazılacak gibi değil.
Elim klavyeye gitmiyor. Nereden, nasıl başlayacağımı da bilmiyorum. Kalbin sıkışıyor, yüreğim kanıyor…
İsyandayım!
Televizyon ekranına, sosyal medyadaki görüntülerine bakamıyorum, gördüklerim karşısında yaşamaktan utanıyorum.
Böyle bir yaşama lanet okuyorum…
Pandemi, orman yangını, sel felaketi derken, depremle hayatımız altüst oluyor.
Son beş yılda dünyanın felaketini yaşıyoruz…
Adeta acıda sınanıyoruz…
Sabahın dördünde 7.7 şiddetinde depremle uyanıyoruz...
Sonra 7.6…
Kahramanmaraş, Hatay, Adıyaman yerle bir oluyor…
On binler, yüzbinler göçük altında kurtarılmayı bekliyor…
Dayanılır gibi değil!
Biliyorum, tüm ülke ağıtta…
Çaresiz gözyaşı döküyorlar…
İnsanlar göçük altında, kurtarılmayı bekliyor…
“Yardım edin!” çığlıkları…
Kocaman bir bölge…
Köyler, kasabalar, ilçeler, iller, büyük şehirler…
Nasıl kurtarılacak?
Yardım eli nasıl uzatılacak?
Yaralar nasıl sarılacak?
Deprem öldürmez, binalar öldürür!
Bizler, depreme; kader, alın yazısı, mukadderat diyoruz…
Tanrının bizi cezalandırdığını düşünüyoruz.
Ya da bir işaret!
Deprem ülkesiyiz…
Deprem değil binalar öldürür…
Bilim adamları, din adamları bile isyandalar…
Bir yıllık binalar yıkılıyor. Demek ki hile hurda var. Bunların hesabını öyle bir sormalıyız ki bir daha böyle bir şeyi değil denemek akıllarında bile geçirmemeli,
Maksadımız, insanları tedbire davet etmek. Deprem kuşağında yerleşim birimleri kurmamak, deprem ihtimalini daima göz önünde bulunduran binalar yapmak, inşaatlarda depreme dayanıklı ve hafif malzemeler kullanmak gibi tedbirlerle bu felaketin zararını bir derece önleyebiliriz. İşte biz, bu noktaları hatırlatarak ihmalcileri ikaz etmek istiyoruz.”
kader inancı ve anlayışıyla hiçbir alakası yoktur.
İslam bize, “Kadere inanıyorsan, tedbiri bırakacaksın.” demiyor. Aksine, önce tedbir alıp, sonra tevekkül etmemizi istiyor.