Otuz yılı aşan bir gelenek… Gurbetle sılayı buluşturan, yürekleri ısıtan, özlemleri gideren, kucaklaşmaları mümkün kılan o kıymetli buluşmalar... Festivaller. Ancak ne yazık ki bu kıymetli miras her geçen yıl cazibesini yitiriyor. On binlerce insanı bir araya getiren, hasret gidermekten öteye geçmesi gereken bu festivaller, artık yalnızca siyasetçilerin konuşma yaptığı, ardından halayların çekilip dağıldığı günübirlik etkinliklere dönüşmüş durumda.
Oysa dünyanın dört bir yanında düzenlenen festivaller, yalnızca eğlenmek için değil; kültür üretmek, sanatla iç içe olmak, yeni fikirleri paylaşmak ve uluslararası etkileşimi sağlamak için yapılıyor. Münih’te Oktoberfest, Rio’da Karnaval, Edinburgh’da Fringe Festivali, Tokyo’da Kiraz Çiçeği Festivali… Hepsi kendi kültürlerinin taşıyıcısı, dünya çapında tanınırlığa sahip, derin izler bırakan organizasyonlar. Peki biz neden bu kültürel dönüşümü sağlayamıyoruz?
Türkiye’nin dört bir yanında, özellikle İstanbul, Ankara, İzmir ve Antalya gibi büyük kentlerde, yıl boyunca onlarca ulusal ve uluslararası kültür-sanat festivali düzenleniyor. Bu festivaller gastronomiden müziğe, tiyatrodan sinemaya kadar geniş bir yelpazede etkinlik sunarak hem turizme hem de yerel ekonomiye katkı sağlıyor. Ancak Ardahan ve ilçelerinde çeyrek asırdır yapılan festivaller bu vizyona yaklaşamıyor. Bunun temel sebeplerinden biri, Kültür Bakanlığı nezdinde kabul gören projeler üretilememesi ve dolayısıyla merkezi desteklerden faydalanılamaması.
Yıllardır festivaller, iş insanlarının katkılarıyla ayakta kalmaya çalışıyor. Fakat artık o destek de giderek azalmakta. Çünkü festivaller bir türlü kendini yenileyemedi. Ulusal bir kimliğe bürünemediği gibi, vizyoner hedefler de belirleyemedi. Her yıl aynı kalıpta, aynı sahnede, aynı konuşmalarla yapılan etkinliklerin sürdürülebilir olması mümkün mü?
Bu noktada başka bir potansiyele daha dikkat çekmek gerekiyor: Özel sektör işbirlikleri. Türkiye’nin büyük markaları – Vodafone, Turkcell gibi – birçok festivalin sponsoru olabilecek güçte. Nitekim bu şirketler zaman zaman kendi projeleriyle çeşitli bölgelerde etkinlikler de düzenliyor. Ancak Ardahan’daki festivaller için teklif götürüldüğünde, belediye başkanlarının bu projelere sıcak bakmaması, özelleştirme fikrini daha en başında boşa çıkarıyor. Oysa profesyonel organizasyon firmalarıyla çalışılsa, yalnızca yerel halkı değil, yurt içinden ve dışından da binlerce ziyaretçiyi çekmek mümkün olurdu.
"Uluslararası festival" diyoruz ama bırakın yabancı ülkeleri, komşu illerden bile ciddi bir katılım sağlanamıyor. Bu noktada samimi olmalı ve festival tanımlarımızı yeniden gözden geçirmeliyiz. Gerçekten uluslararası nitelikte etkinlikler mi yapıyoruz, yoksa bunu yalnızca söylem düzeyinde mi sürdürüyoruz?
Sonuç olarak, festivallerin geleceği yerel yöneticilerin vizyonuna, sivil toplumun sahiplenmesine ve organizasyonun profesyonelleşmesine bağlıdır. Festival tertip komiteleri, artık geleneksel anlayışın dışına çıkmalı; özelleştirme, markalaşma ve küresel açılım için yeni adımlar atmalıdır. Bu topraklarda doğmuş kültürel birikimin, dünyanın ilgisini çeken bir değere dönüşmesi mümkündür. Yeter ki bu değeri doğru yönetebilelim.
Mustafa KÜPELİ