Yirmi iki gündür doğup büyüdüğüm köydeyim. 19. Dursun Akçam Kültür Sanat Günleri’ni bitirdik; sağlığımı etkileyen bazı olumsuzluklara karşın burada kalmayı sürdürme kararım var.
Bu yörede beni en çok rahatsız eden olaylardan birisi, güzelim doğaya, yol çevrelerine, dupduru akan sulara atılan çöpler… İnsan geçtiği yollara, subaşlarına bakarken içine bir hançer sokuluyor sanki. Gelişmiş Batı ülkelerinde, çok daha ileride olduğumuzu savladığımız komşu Gürcistan’da, “Gâvur” diye burun kıvrılan ülkelerde asla göremeyeceğiniz bir toplumsal duyarsızlık ve çevreyi kirletme azmi var bizim toplumda.
Alper Akçam, köyünde yeni bir sınavdan geçiyor sanki. Her gün her türlü olumsuzluğa göğüs gererek, hiçbir moral bozukluğuna, rahatsızlığa aldırmayarak yazdığı, paylaştığı yazıların neye yaradığını, nasıl bir toplumsal yanıt alacağını burada görecek gibi…
Köye gelmeden önce parmak bastığım bu önemli gerçeğin ilk harekete geçirdiği kişi Ölçekli okurum Servet Sarıçam oldu. Servet, daha ben gelmeden önce köyü Kars’tan gelip Gürcistan’a uzanan asfalta bağlayan yol bölgesinde birkaç gün çalışarak epeyce bir çöp toplamış ve yakmış. Bir yandan da bir üretici kooperatifi kurmak için çabalayan Servet, “Bir kişi bile kalsam, tek okurun bile olsam benim için yaz abim, sen benim dünyaya bakışımı değiştirdin” diyor. Bu durum benim için bir onur kaynağı, bana güç veriyor.
Köyün iç kısmında, Gözeler’den kaynayıp Kura’ya doğru akan, köyün Çerme dediğimiz suyunun çevresine de çok çöp atmışlar. Köprünün üstünden her gün yüzlerce kişi geçip Ardahan’a gidip geliyor. Geçen gün o su çevresinin fotoğrafını da paylaşmıştım. Servet ekmek parasını çıkarmaya çalıştığı küçük kamyonuyla (Dursun Akçam Vakfı’nın deprem yardımını da o kamyonla Adıyaman’a götürmüştü) Kurban Bayramı yoğunluğu içinde çalışırken, lafla peynir gemisi yürümesin, bu işi de benim yapmam gerekir diye düşündüm. Önceki gün bir buçuk saatlik dağ yürüyüşünden sonra çizmeleri çektim, o su çevresine gittim. Elimden geldiğince, su içinde yıllardır şişmiş kirli bezleri, her türlü pis naylon torbayı, aklınıza gelecek her türlü iğrenç atığı büyük torbalara toplayıp kenara çektim. Son anda gördüğüm birkaç kirli parçayı daha alıp çekerken ayağım kaydı, suya düştüm, cebimdeki telefon da ıslandı.
İki gündür telefonsuz idare etmeye çalışıyorum. Evdeki bilgisayarıma da o telefonla bağlandığım için epeyce bir sıkıntı çektim. Telefonu geri çeviremedik; hiç azımsanmayacak bir para verip ikinci el bir telefon aldım kendime.
Ben su içinde çabalarken İstanbul’dan, büyük şehirlerden bayram için gelmiş, lüks araçlara binmiş köylülerin geçip gitti köprünün üstündeki yoldan. Aralarında öykülerimde, romanlarımda bir zamanlar mücadele arkadaşım olmuş yakınlarını lakaplarıyla andığım için bana öfke duyan birileri de var mıydı, bilmiyorum ama hiç kimse durup sormadı ne yapıyorsun diye. Kimse, “kolay gelsin” diye seslenmedi bile…
Köyde kendimi bir sınavdan geçiyor gibi hissediyorum. Müdürümüz Metin Onay ablasını sonsuzluğa uğurlamak için Ankara’ya gitti (yattığı toprak incitmesin, ablası devrimci avukat arkadaşım Cihat’ın da annesidir; Kültürevi’nin arsasını onlardan almıştık). Kapımızı açıp kapatan Fırfır Tarık da düğünlerde davul çalıyor. Birkaç gün Kültürevi’ni de ben açıp kapamalıyım.
Şimdi yaşam tarzım ile toplum arasındaki ilişkileri düşünüyorum. Öykülerimden, romanlarımdan, eleştirel denemelerimden beni ayıran günlük yazılarımın toplumsal yaşam içinde ne kadar yeri olabilir, bilemiyorum. Ben gerçekten de üzerime düşen görevi yapabiliyor, bir mücadele insanı olarak davranabiliyor muyum, buna benden çok başkaları, özellikle de köylülerim ve okurlarım karar verecek sanırım.
Dün akşam Ardahan’dan köye dönerken benim epeyce yorularak çöplerini topladığım bölgede yeni çöpler, su içine atılmış naylon torbalar gördüm, çok canım sıkıldı. Yukarı bölgelerde, su boylarında oturan köylülerim ellerine ne geçerse suya atıyor sanıyorum. Gübre dökenler bile varmış.
Köyde halka örnek öğretmenlerin olduğu yıllarda, Cılavuz Köy Enstitülü Perihan ve Dursun Akçam’ın köyde yaşadığı zamanlarda körleşmiş vicdanlarla, toplumsal duyarsızlıklarla mücadele çok daha kolaydı sanırım. Şu an köyde yaşayan öğretmen bulunmuyor. İlkokulda görevli öğretmenlerimiz Ardahan’dan gelip gidiyorlar. Köyün iki camisinin iki kadrolu imamının böylesi sorunlarla ilgisi yok.
Paylaştığım bu fotoğraf, sözünü ettiğim Çerme’nin yıllar önceki durumunu gösteriyor. O zaman daha duyarlıymış belki de insanlar, ya da bu kadar çok ambalaj artığı, bu kadar çöp çıkmıyormuş.
Selam olsun duru suların aktığı Çerme’ye, selam olsun Ölçekli okurum Servet’e…
Gününüz aydın olsun değerli dostlar…
Dr. Alper Akçam