Dr.ALPER AKÇAM

Tarih: 18.05.2025 10:41

NEYİ NASIL YAZMALI…

Facebook Twitter Linked-in

Son derece gergin, karmaşık siyasi olayların yaşandığı günlerden geçiyoruz. Edebiyatı, sanatı bir çeşit yaşam biçimi yapmış, yaşadığı coğrafyayla, içinde bulunduğu toplumla derin sevgi ilişkisi ve ruhsal bağları bulunan bir yazarı bekleyen nedir?

Aylardır, yıllardır bu soru tüm düşünsel alanımı kaplamış durumda.

Gözler önünde oynanan, belki de iki yanı keskin bir bıçağın üstünde süren oyunlardan uzak kalabilmek, siyaset alanına sırt dönerek yaşayabilmek mümkün mü? Hele de ülkenin en seçkin, en zeki, en mert gençleri derin kaygılarla ve büyük bir heyecanla adalet için, gelecek güzel günler için davranırken, olmadık haksızlığa uğrarken, yurdunu ve toplumunu kendi çıkarının önünde tutan birçok insan, halkın güvenini kazanmış, oyunu almış yerel yönetici, gazeteci, siyaset insanı benzer bir yazgıyı paylaşırken…

Neredeyse bütün hayatını büyük sıkıntılar içinde yaşamış, soruşturmalar geçirmiş, birçok kez tutuklanmış, cezaevlerinde yatmış, yaşamı tehdit altında kalmış, on yıldan fazla bir süre de sığınmacı olarak yaşamak zorunda kalmış babam Dursun Akçam, “Elimde olsa, kitaplarıma daha çok zaman ve enerji ayırmak isterdim; yapamadım; toplumsal sorumluluklar beni başka bir yaşam biçimine doğru çekip götürdü” derdi. Benzer bir yazgı, bu ülkenin bütün namuslu ve sorumlu aydınlarının önünde duruyor.

Yaşadığımız ruh durumunu anlatabilmek için bugünün Orta Doğusu ile yetmişli yılların aynı coğrafyasını karşılaştırıp, benzer bir gidişin bize de dayatılmakta olduğunu düşünmek gerekiyor. Emperyalizm ve Şarkiyatçı Batı politikalarını bilerek ıskalayan Amin Maalouf, Uygarlıkların Batışı adlı kitabında Maalouf o yılların Orta Doğusunu şöyle anlatıyor. “Hartum Üniversitesi’nde, Musul’un bahçelerinde veya Halep kahvelerinde Gramsci’nin kitaplarıyla; Berthold Breht piyesleriyle, Nazım Hikmet veya Paul Elaurd şiirleriyle, devrimci şarkılarıyla yaşayan, Vietnam Savaşı’na, Lumumba’nın öldürülmesine Mandela’nın hapse atılmasına karşı gösteriler yapan öğrenciler, onların arasında Afgan ve Yemenli kızların ışıldayan gülümsemeleri…” (Uygarlıkların Batışı, s 64)

Bir de bugünlerin taş taş üstünde bırakılmadığı, sakallı cihatçıların öne çıktığı, ABD emperyalizmin ve jandarması İsrail’in keyfince kullanmak istediği o coğrafyaya bakın…

Hele de Afganlı, Yemenli kızların ışıldayan gülümsemeleri…

Ya kültürle, sanatla birlikte, görece özgür, kadınlara ve çocuklara saygı gösterilen, araç değil kendisi olarak işleyen bir hukuk sisteminin var olduğu bir coğrafyada yaşamayı sürdüreceğiz, ya da Trump, Netenyahu ve onlarla işbirliği yapacak bizden birileri kaderimizi çizsin diye bekleyeceğiz.

Bugün Saat 12.10’da Tele1 TV’da Tuğrul Keskin dostumun gerçekleştirdiği bir programda olacağım.

Keşke hep kitapları konuşabilsek, keşke hep edebiyatla, sanatla, onların çoğaltacağı, güzellik katacağı bir yaşamın içinde olabilsek, içimizdeki bu kara bulutları süpürüp atabilsek…

Bugün içinde bulunduğum ruh durumu ile “Türk Romanında Karnaval”ı, “Dilin Dört Atlısı”nı, “Romanlarımızda Kurtuluş Savaşı ve Kadınlarımız”ı, “Amin Maalouf İle Geçmişten Günümüze”e gibi kitapları yazabilmem, önüme yeni bir roman taslağı koyabilmem çok zor. Bugün, kumpas davalarıyla, sahte demokrasi ve oyunlarıyla ülkenin nereye götürülmekte olduğunu görüp büyük heyecanlar ve gerginlikler içinde kaleme almaya başladığım “Anadolu Rönesansı”nı yazdığım 2007-2008’e göre çok daha olumsuz koşullarda yaşıyoruz.

Selam olsun emperyalizmin ve yerli ortaklarının önümüze koymaya çalıştığı Orta Çağ ve Orta Doğu yazgısına karşı direnenlere, selam olsun kültüre, sanata, kitaplara gönül verenlere…

Gününüz aydın olsun değerli dostlar. Saat 12.10’da TELE1’de buluşalım.

 

18 Mayıs 2025, Alper Akçam


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —