Emperyalizm, antika tefeci bezirgân sermayenin binlerce yıldır üreticinin iliğini kemiğini sömürdüğü coğrafyalarda kolayca bulduğu işbirlikçileri ile birlikte Müslüman Şark’a çocuk masallarından bildiğimiz o iki seçeneği sunuyor: “Ya kırk katır, ya kırk satır!”
Ya emperyalizmin ve o coğrafyaya yerleştirdiği alçak jandarma gücü İsrail’in askeri saldırıları altında parçalanacaksın, yerinden yurdundan edileceksin, ya aynı odaklar tarafından kurulup kışkırtılmış “İslami” politikanın arkasından gidip tekbirli intihar bombalığına soyunacaksın.
Bu oyun ta Napolyon devrinde başlatıldı Batı’da ama asıl zirvesini, kuramcıları Samuel Huntington ile Jimmy Carter danışmanı Brzesinky’nin başkana verdikleri 43 sayfalık gizli rapordan sonra gördü. Usame Bin Ladin ve arkadaşlarına El Kaide kurduruldu, Afganlı ve Suudi öğrenciler silahlandırılarak Sovyet birliklerine karşı savaşmaya gönderildi. Türkiye’yi 12 Eylül’e getiren, mezhep çatışması görüntüsü verilmiş Maraş kırımı, Çorum, Sivas Alevi katliamları o dönemde yaşandı. Laik Pakistan Başbakanı Zülfikar Ali Butto o dönemde idam ettirildi. 1979 yılının ‘İran İslam Devrimi” de aynı dönemin ürünüdür.
Son on beş yılda Türkiye’nin de kullanılması ile uygulanan bu Şarkiyatçı politikalar ile Suriye, Irak, Lübnan, Tunus, Fas, Afganistan’da milyonlarca insan kardeş kavgalarına kurban ettirildi, on milyonlarca insan yerinden yurdundan edilip sığınmacı durumuna getirildi.
Son yıllarda yaptığım araştırmalar, yazdığım kitaplarda beni en çok yaralayan anlatımı hâlâ emperyalizmi şirin göstermeye çalışan Amin Maalouf’un kitaplarında buldum. Amin Maalouf o uğursuz 1979 yılı öncesinin, gençlik yıllarının “Yakın Asya”sını şöyle anlatır: “Hartum Üniversitesi’nde, Musul’un bahçelerinde veya Halep kahvelerinde Gramsci’nin kitaplarıyla; Berthold Breht piyesleriyle, Nazım Hikmet veya Paul Elaurd şiirleriyle, devrimci şarkılarıyla yaşayan, Vietnam Savaşı’na, Lumumba’nın öldürülmesine Mandela’nın hapse atılmasına karşı gösteriler yapan öğrenciler, onların arasında Afgan ve Yemenli kızların ışıldayan gülümsemeleri…” (Uygarlıkların Batışı, s 64)
Hele de Afgan ve Yemenli kızların ışıldayan gülümsemeleri!
Bir de bugününe bakalım o anılan ülkelerin ve şehirlerin…
Emperyalizme karşı kutsal bir Kurtuluş Savaşı’nın önderliğini yapmış Mustafa Kemal emperyalizmin bu sinsi yüzünü çok iyi bildiği için LAİKLİK üzerinde bu kadar durdu. Gelişmiş Batı’nın yüzlerce yıl öncesinden kanlı savaşlarla yaşama geçirdiği ve hayatın her alanına işlediği LAİKLİK gereği, “Din ve dünya işleri birbirinden ayrı” olmalıydı ki, emperyalizm masum insanları kendi inançlarını kullanarak vurmasın.
Çünkü o Mustafa Kemal, Yunan ve İngiliz uçaklarından Kurtuluş Savaşı’na karşı atılan, padişah ve Şeyhülislam’ın da imzalarının bulunduğu bildirilere tanıklık etmişti. Takma sakal ve cüppe giydirilerek Sait Molla ile birlikte Anadolu’ya dolaşan, Müslüman halkı Kuvayımilliye’ye karşı kışkırtan İngiliz haberalma binbaşısı Rahip Frew, aynı zamanda Hindistan Müslümanlarının ayrı bir devlet olarak ortaya çıkmasının da eylemcileri arasındaydı. Vahabi Suudi krallığının kurulmasında, Müslüman Kardeşler adlı örgütün oluşturulmasında da İngiliz ve ABD ajanları başrol oynamışlardı. Aynı ajanlar, Kurtuluş Savaşı öncesinde de Müslüman coğrafyayı Osmanlı İmparatorluğuna ve Türklere karşı kışkırtıyorlardı.
Biliyorum ki, bu satırların okunmasından sonra ağzı salyalı birileri yine cehennem edebiyatı ile saldırıya geçecekler… Biraz düşünseler, Türkiye’ye 15 Temmuz darbe girişimini yaşatmış bir din adamının neden hâlâ ABD’de koruma altında tutulduğunu, Türkiye’yi dini esaslara dayalı kimi vakıflar ile sömürenlerin, hatta resmi Diyanet yetkililerinin neden ABD’ye yatırım yapmakta olduğunu kendilerine sorabilseler, biraz olsun yaklaşabilecekler hayatın gerçeklerine. Türkiye bugün de emperyalizm ile dirsek temasında olan cemaat ve tarikatların kıskacında; inançlı halkın varını yoğunu, hem cebini, hem kafasını sömürmeye devam ediyorlar. Çocuklara, kadınlara yaşam hakkı tanımayan bu odakların dünyanın her tarafına ulaşmayı başaran merhamet istismarcısı kolları var…
Laiklik bu ülkeye ve tüm İslam coğrafyasına ekmek kadar, su kadar gerekli…
Türkiye 31 Mart seçimlerinde ilk büyük adımını attı. İktidar büyük ölçüde yitirdiği yerel yönetimlerden intikam alabilmek ve onları zor durula düşürebilmek için her türlü oyunu oynuyor, oynayacak. Bir yandan kayyumlar, bir yandan daha çok kendi adamlarının borcu olan SGK primleri üzerinden icralar, hacizler ile yalnız belediyeleri değil, yurttaşa verilecek hizmeti de zora sokuyor.
Bir yandan da ülke kaynaklarını sömürttüğü o bildik müteahhit firmalara vergi affı getiriyor, dolar üzerinden aldıkları millet malı fabrika ve kurumların parasını Türk lirasına çevirip taksitlendirerek kendisinin de katıldığı o yağmayı bir kez daha katmerleştiriyor.
Ne yaparlarsa yapsınlar, bir zamanlar emperyalizm ile işbirlikçilik yapmış o saltanat ve hilafet makamlarının akıbetlerinden kurtulamayacaklar. Bu ülkeyi terk edip, işbirlikçilik yaptıkları emperyalist ülkelere kapağı atmaya çalışacaklar.
Türkiye Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi, geleceğin günlerinde de tüm dünyaya örnek olacak. Onurlu ve bağımsız yaşamı her şeyin üstünde tutan bu güzel ülkenin insanları yalan ve talan sarmalından kurtulup tüm İslam coğrafyası için bir kez daha direniş ve umut ışıklarını yakacak.
Gününüz aydın olsun değerli dostlar!