Yurtsever, aydın bir yarbaydı Ali Tatar. Alevi kökenli bir yurttaşımızdı. ABD emperyalizminin Türkiye ve Orta Doğu planlarını uygulamaya koyabilmesi ve karşısındaki ulusal direnç noktalarının yok edebilmesi için ortakları ve uzantıları eliyle açılan Kumpas Davaları sırasında yargılandı. Suçsuz olduğu halde tutuklandı, itiraz üzerine önce serbest bırakıldı, sonra yeniden tutuklama kararı çıkıncı dayanamadı. 19 Aralık 2009 günü, daha 42 yaşında, gencecik bir çağında yaşamına kıydı. Eşine ve çocuklarına bir mektup bırakmıştı. “Belki benim ölümüm bu durumda olan başkalarının aydınlığa çıkışına bir ışık olur. / Boşu boşuna ölmemiş olurum. / Bu şekilde ölmeyi hiç istemezdim. / Buna en çok karşı çıkan bendim.” Böyle diyordu mektubunda. Başka şeyler de vardı yazdıkları arasında. “Öncelikle başınızı öne eğdirecek hiçbir şey yapmadım. / Başınızı dimdik tutun! Ama ben bu hukuksuzlukla yaşayamam.”
Türkiye Cumhuriyeti, emperyalizme ve yerli ortaklarına karşı verilen, dişle, tırnakla kazanılan bir Kurtuluş Savaşı sonrasında kuruldu. On yıldan uzun bir süre Sovyetler Birliği ve zamanın Afganistan’ı dışında hiçbir ülke başkent Ankara’da büyükelçilik açmadı, ikili ilişkiye girmedi. Emperyalist-kapitalist sistem şaşkınlık içindeydi. Kurtuluş Savaşı, Rusya’da Ekim Devrimi ile Çarlık despotizmini devirmiş olan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin büyük desteği ile kazanılmıştı.
Cumhuriyet kurucu önderi Gâzi Mustafa Kemal’in ölümünden sonra işler değişmeye başladı. Cumhuriyet kurucusu “sınıfsız devrimciler”, Türkiye’de de, Batı Avrupa’sında “Eşitlik, kardeşlik, hürriyet” parolasıyla 1789 Burjuva Devrimi’ni gerçekleştirmiş, demokrasi, insan hakları konusunda büyük adımlar atmış, dünyayı yeni bir çağa taşımış bir sınıfın var olabilmesi için devlet desteğiyle yerli bir burjuva sınıfı güçlendirmeye çalıştılar. Emperyalist çağın gereklerini yerine getiren “yerli ve milli” burjuvazimiz, artık emperyalist çağa varıp devrimci niteliğini çoktan yitirmiş, mazlum halklar üzerinde pazar kapma yarışına girmiş Batı Finans Kapital’i ile aynı yatağa girebilmek için, kendisine ortak olarak Gâzi’nin sağlığında pısıp kalmış, yüzlerce yıldır üretici köylüyü sömüren aracı-tefeci sınıfı seçti.
Önce Köy Enstitüleri kapatıldı, sonra din istismarcılığı üzerinden oynanan demagoji-demokrasi oyunlarıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu değerleri birer ikişer yok edilerek emperyalist sömürüye açık duruma getirildi.
Türkiye’de onlarca yıl bir adım ileri, iki adım geri gidilerek, emperyalist Şarkiyatçı politikaların uzantısı cemaat-tarikatlar eliyle, her geçen yıl bir kat daha çoğalan dini ve etnik ayrılıkların istismar edilmesi ile, 21. Yüzyıl başında Batı emperyalizmi için madenlerin hoyratça aranmasından, suların kirletilmesine, güzel Anadolu coğrafyasına çöp dökülmesine, çıkarılan savaşlarda yerinden yurdundan uğratılmış, çocuklarının cesetleri kıyıya vurmuş, Yakın Asya ve Orta Doğu halklarının can havliyle Batı’ya sığınmasına engel olabilmesi için kolaylıklar göstereceği anlaşılan AKP iktidarı ayağına varıldı. ABD’nin Türkiye ve Orta Doğu oyunlarına karşı engel görünen, maden arama ruhsatlarında, özelleştirmelerde itiraz sesleri yükselten, hukuktan yana olan yüksek mahkemeler, ordu, basın ve üniversite çevrelerinde kişiler “Ergenekon”, “Balyoz” gibi kumpas davalarıyla temizlenmeye girişildi. Bu davalar öncesi özellikle yüksek yargı ve ordu komutasından yakınmalar vardı; izlenen televizyonlarda iktidar kanadının “Bizi çalıştırmıyorlar” şikâyetleri duyuluyordu.
Ali Tatar, ABD emperyalizmi ve ortaklarının cemaat-tarikatlar eliyle yaptığı yurtsever subay, yargı mensubu, özgür düşünceli bilim insanı ayıklanmasında, oynanan bu kirli oyunlar sırasında, yaşamına son vererek geride kalanlar için bir işaret fişeği yaktı.
Yaşanan Kumpas davaları ve benzer kimi “demokrasi, hukuk, açılım” kılıflı işlemlerin neyi amaçladığı yıllar içinde bir bir ortaya çıktı. İliç’te yaşanan, milyonlarca ton vatan toprağının gencecik canlarımızın üzerine döküldüğü o kaçınılmaz kazanın arka planı her şeyi göz önüne seriyordu. Kumpas davaları sırasında, Erzincan çevresindeki askeri birliklerin başındaki, iktidarın dış güçlerle ilişkisini açık açık konuşmaktan çekinmeyen 3. Ordu Komutanı Saldıray Berk ile cemaat ve tarikatlarla ilgili soruşturmalar yürüten, maden aramak niyetiyle bölgeye gelmiş şirketler için bir sorun oluşturan Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner, baş hedefler arasına alınmıştı.
Türkiye’nin son yirmi yıllık tarihi bütün dünya için önemli dersler içeriyor. Emperyalistlerle yerli ortaklarının yürüttüğü altın arama çalışmaları sırasında, milyonlarca ton toprağın Anadolu’nun gencecik evlatlarının üstüne devrilmesi, canım ormanların, zeytinliklerin kesilmesi, önemli su kaynaklarının bulunduğu bölgelerde altın aramak için siyanür kullanılması, dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir ülkesinde görülmemiş bir açgözlülüğün ve hoyratlığın en güzel örneğiydi.
Ali Tatar’ın sonsuzluğa göçüşünün yıldönümünde, her şeyi bir kere daha düşünmek, yerimizi, davranışlarımızı ona göre seçmek göreviyle karı karşıyayız.
Belli amaçlarla yönlendirilmiş davalar yerine gerçek adalet arayışının olduğu bir hukuk düzenine ulaşılmadan ekmeğimizin, suyumuzun, geleceğimizin korunması mümkün değildir. Adalet, halk iradesine saygı duyulacak gerçek demokrasi ve özgürlük için mücadele gündemin ilk maddesidir.
Yarbay Ali Tatar onurumuzdur. 20 Aralık Cumartesi günü, Karşıyaka’daki gömütü başında bir anma töreni de yapılacak…
Türkiye Cumhuriyeti, emperyalistlerle yerli ortaklarının kirli oyunlarına boyun eğmeyecektir…
Gününüz aydın olsun değerli dostlar…
19 Aralık 2025, Alper Akçam



